Kaygılı Annelerin Kaygılı Çocukları

  • 1.637 kez görüntülendi.
Kaygılı Annelerin Kaygılı Çocukları

Nüfusumuzun önemli bir kısmı hayatının bir döneminde ya da tamamında herhangi bir psikiyatrik sorun yaşadığını belli etmektedir. Kaygı bozuklukları da bunun başında gelir. Çocuklarda gözlemlenen ilk kaygı bozukluğu belirtileri ‘özgül fobi’ ve ‘ayrılık kaygısı’dır. Bunları ‘seçici konuşmazlık’ ve ‘performans kaygısı’ izler. Bu rahatsızlıklar tek tek incelendiğinde kolay tedavi edildiği düşünülse de aslında yapılan pek çok tedavi yöntemi bu rahatsızlıkların şekil değiştirmesine yol açar. Özgül fobi olarak iğneden korkan bİr çocuğun sadece iğne korkusuna yönelik bir tedavi planlarsak çocuğun iğne korkusu 8-12 seans içinde ortadan kalkacaktır. Ancak bu rahatsızlığın daha sonra tekrarlama ihtimali ve şekil değiştirme ihtimali (örneğin, karanlıktan korkma) oldukça kuvvetli bir ihtimaldir.

Çocuk yetiştirmek dünyanın en zor ve en meziyetli işi olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Pek çok kültürde çocukların masum ve günahsız oldukları düşünülmektedir, peki gerçekten çocuklar günahsızlar mı? çocukların bu davranış bozukluklarının nedeni nedir?

Çocuklarda davranışların ilk ve en önemli nedenlerinin başında genetik geçiş gelmektedir. her ruh sağlığı uzmanı çocuğu değerlendirmeye alırken çocuğun anne ve babasının kişilik ve çocukluk dönemlerinin bilgilerini ayrıntılı bir şekilde alır. Nitekim dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocukların ebeveynlerinde de DEHB görünme oranı oldukça yüksektir. Bunun gibi diğer bir olay kaygı için de geçerlidir.

Bireysel gözlemlerim ve alan yazı taramalarında ortaya çıkan sonuç çocuklardaki kaygı bozukluğunun genetik geçişine dikkat çekmektedir. Kaygılı anne bu süreçte daha etkili olmaktadır. Gördüğüm kaygı bozukluğu (ayrılık anksiyetesi, özgül fobi, performans anksiyetesi, panik atak vb.) vakalarının pek çoğunun ortak özellikleri kaygılı anneden geliyor olmalarıydı.

Çocukların genetik getirdikleri kaygılı yapıları olsa da kaygının büyük bir kısmı öğrenme ile pekişebilir. Çocuk doğduğunda kaygılı bir evde yetişiyorsa ebeveynleri sık sık kaygıya kapılıp (özellikle anne) evhamlı bir yapıya sahipse bu çocukların sakin yetişmesini beklememiz yanlış olur. Çünkü çocuk ailesinden sürekli evham görerek bunun normal olduğunu fark edecektir.

Klinisyen olarak bir çıkarımda bulunmam gerekirse; kaygının hem genetik hem de model alınarak öğrenildiğidir. Genetik geçiş çok fazla önü alınabilecek ve okurlarıma fayda verebilecek bir alan olmadığı için bu makalemde okurlarıma davranış olarak neler yapılabilir bunları paylaşmak istiyorum.

Kaygılı Anne

Çocuklarını sürekli hasta olmasın diye vitamin hapları ile besleyen, bir problemi çözemediği için sorun yaşayan, en ufak bir beslenme sorunu olmaması için aşırı özen gösteren, uykusunu saat ile takip edip buna uymadığında aşırı sorun yaşayan vb. gibi anneler kaygılı annelere oldukça güzel örnek oluştururlar.

Türk toplumunda kaygılı annenin övüldüğünü düşünüyorum.

– ‘Aaaa Ayşe’nin anneliğinin üstüne annelik tanımam. Mükemmel bir anne kızı Fatma harika bir kız; bir tane zayıf notu gelmez, edepli, ahlaklı, oturmasını kalkmasını bilen, büyüklere saygıda kusur etmeyen, güzel yemek yapan bir kızdır’.

İşte Türk toplumuna göre iyi yetiştirilmiş bir kız. Bu örneklere baktığımızda hepimiz Fatma’nın ne kadar iyi yetiştirilmiş bir kız olduğunu görebiliriz ancak bunun için kimse Ayşe Hanım kadar bedel ödemiş olamaz. Çünkü mükemmel çocuk yetiştirene kadar mükemmel zorluklar yaşamıştır. Bu çocuğu yetiştirmeye çalışsa da sadece çabaladığı ile kalmıştır. Çünkü hiçbir çocuk mükemmel olamaz!.

Mükemmel çocuk yetiştirme arzusu ve mükemmel ebeveyn (özellikle anne) olma isteği toplumumuzda çok fazla talep edilmektedir. Bunun nedenlerinin başında kendi eksik kalan yanlarımızın geldiğini düşünmekteyim. Ebeveynlerin kendi anne babalarında bulamadıkları eksik yanları abartı bir şekilde telafi etme çabalarını çokça gözlemlemekteyim.

Kaygılı ebeveyn imajına bakmadan önce şunu atlamamak gerekir ki kaygılı ebeveyni de bir anne baba yetiştirmiştir. Olayların sorumlusu sadece ebeveynler olarak gösterilemez. Ayrıca günümüzde ki stres ve çevresel etmenler de insanların kaygı seviyesini yükseltecek bir diğer etmendir.

Elbette mükemmel anne baba olma çabası kötü niyetli bir davranış değildir ancak olunamayacak bir tutumdur. Nitekim evlatlardan da beklenen mükemmel evlat olma isteği. Bu nedenle yapılan kıyaslamalar. Hele o kıyaslamalar yok mu ki insanı en derinden yaralayan? ‘Ayşe’nin kızına bak ne kadar iyi keşke onun gibi olsan’. Ne yazık ki bu tutum çocuğun benlik algısını oldukça düşürecek ve onu acaba ben işe yaramaz birisi miyim? benim elimden hiç bir iş gelmeyecek mi? annemi babamı nasıl memnun edebilirim? değerli miyim? gibi soruları kendisine yöneltmeye başlayacaktır.

Bu tutumların sonucunda çocukta sadece kendine ait olumsuz hisler oluşmayacak bununla birlikte ebeveynlerine de olumsuz tutumlar ve davranışlar başlayacaktır. Bu başka bir makalede anlatacağım davranış bozukluklarına yol açabilir (örneğin saldırgan tutumlar).

Tutumların çoğu zaman sonuçları kaygı ile sonuçlanır. Çocuğunu asla bırakmak istemeyen fakat bunu kendi bile fark etmeyen pek çok anne ile tanıştım ve bu anneler çoğu zaman çocuğum okula gitmek istemiyor Emin Bey şikayeti ile bana başvuru yaptılar. Çoğu vaka da yaptığım gözlem annelerin çocuklarına onlardan hiç ayrılma fırsatı vermemiş olmalarıydı. Çocuklar anneye güvenli şekilde bağlanmadıkları için anneden ayrılmak istemezler ve bu ilk defa yedi yaş civarında okula başlarken gözlemlenir. Çocuk annesinden ayrılıp okula gitmek istemez. Bunun için ağlar ve annesine yapışır. Hemen hemen hepimiz bu tutumu gözlemlemişizdir. Çocuk annesinden ayrılma kaygısıyla yüzleşmek istemez ve çoğu zaman okula gitmek istemediğini belirtir.

Son yıllarda eğitim sistemindeki bozulmalar buna ek olarak ailelerin akademik performansa daha önem verir hale gelmeleri çocuk ve ergenlerde giderek artan performans kaygısını tetiklemektedir. Aileler çocuklarını doğrudan yarış atı gibi görmekte ve abartı şekilde ders çalıştırma eylemine girmektedirler. Ancak insan ruhu makina değildir. Ders çalış, ezberle, öğren gibi komutlarla istenilen performans sağlanamaz. Yani çocukların önce psikolojik olarak ders çalışmaya hazır hale gelmeleri gerekmektedir.

Bu tutumların ne kadar yanlış olduğunun cevabını bize üniversite sınavları çok güzel bir şekilde vermektedir. Her sene üniversite sınavlarında sınava giren öğrenci sayısı artmakta bununla beraber sıfır çeken, barajı geçemeyen öğrenci sayısı da giderek yükselmektedir. Üniversite puanları düşmektedir. Ancak çocuklar arkadaşları ile daha az vakit geçirmekte, daha az sosyalleşmektedirler. Burada çocuklar üzerindeki psikolojik baskı ve psikolojik faktörlerin etkisi atlanmamalıdır.

Tedavi

Terapi çocuğa, aileye, yaşa ve imkanlara göre değişecektir. 3 – 10 yaş arası çocuklarda ailesel (fiiliyal) terapi çok önemli iken 10 – 15 yaş arası önemi daha az, 15 yaş üstü çocuklarda ise mümkün olduğunca olmayacak şekilde yapılandırılmalıdır.

Bazı boşanmış veya kayıp yaşamış ailelerde baba veya anne figürü bulmak zor olabilmektedir. Burada terapist seçimi çok kıymetlidir. Benim fikrim çocukların ihtiyacı olan figür hangisi ise o figür ile çalışmak faydalı olacaktır. Ancak her zaman böyle olacak diye de bir kural yoktur.

Ne yazık ki ülkemizin en acı taraflarından birisi terapi ücretlerinden nüfusun önemli bir kısmının faydalanamamasıdır. Terapi imkanının sağlanamadı çoğu durumda çocuklara ilaç tedavisi sağlanmaktadır. İlaç tedavisi benim çocuklarda mümkün olmadıkça kullanılmasını asla tavsiye etmediğim bir tedavi biçimidir (DEHB, otizm vb. durumlarda elzem olma ihtimali vardır). Psikiyatrik tedavi ve psikoterapi birlikte yürütülmeli ve mümkün olan en kısa zamanda ilaç tedavisinin sonlandırılması önerilir. İlaç tedavisi önemli bir konudur çocuk psikiyatristi dışında kullanılması veya bıraktırılması kesinlikle önerilmez.

Çoğu çocukta yapılması gereken müdahale aile (özellikle anne) ile çocuğu birlikte terapiye almaktır. Terapi çeşitleri olarak çocuk merkezli oyun terapi ve fiiliyal terapi seçimleri oldukça faydalı olacaktır.

Sonuç

Unutulmamalıdır ki çocuk henüz yetişkin olmadığı için aile veya çocuğun yaşadığı ortam değiştirilmediği sürece çocuğa yapılacak terapinin sonuca ulaşması pek ihtimal dahilinde değildir. Ulaşılsa bile kalıcı olması beklenemez.

Kişiliğin oluşumu ve insanın nasıl bir ruhsal yapısının olacağı taşınılan genler ve çocukluğun nasıl geçtiği ile ilişkilidir. Çocuklarımızın nasıl ki fiziki ihtiyaçlarına özen gösteriyorsak çocuklarımızın ruhsal gelişimlerine de aynı oranda dikkat etmemiz gerekmektedir. Sorunlu veya sorunsuz çocuk yoktur. Her bireyde olduğu gibi her çocukta da belli başlı sorunlar gözlenecektir. Bu durumda telaşa yapılmamalı ve bir ruh sağlığı profesyonelinden destek alınmalıdır.

Yorumlar kapatılmış.